11 Eylül 2016 Pazar

Yunan Mitolojisi: ZEUS




ZEUS


Zeus babası Kronos’u devirdikten sonra bütün dünyanın, yani tanrıların ve insanların hükümdarı olur. Yunan şehir-devletlerinde sözlerini yerine getirilmesini sağlayarak ve huzuru koruyarak ve huzuru koruyarak, düzenin ve adaletin belirlediği bir yönetim kurar. Kralların karalı sıfatıyla, hükümdarlığın koruyucusu işlevini görür. Ayrıca gökyüzü ve gök gürlemesi sayılır; dolayısıyla güç ve adaleti simgeleyen kartal dışındaki en önemli simgeleyen biri yıldırımdır.
Zeus’a özellikle Olympia ve yaşlı bir kâhinin yaşadığı Dodona kentlerinde tapılırdı. En yüce tanrı olmasına karşın, neredeyse insan nitelikleri taşıdığına, özellikle dişi cinsiyetine zaafı olduğuna inanılırdı. İkinci karısı tanrıça Hera’ı çileden çıkaracak şekilde, tanrıçalar, nymphalar ve ölümlü kadınlarla birçok gönül ilişkisi yaşar. Cinsel tatmin uğruna çoğu kez kendisini ve başkalarını farklı biçimlere dönüştürme yeteneğini kullanır. Boğa, ateş, yağmur, kartal ve kuğu birçok görünüme bürünür. Zeus’un Hera’san ve başka kadınlardan olan birçok çocuğu vardır; sözgelimi Apollonve Artemis bir Titan’ın kızı olan Leto’dan doğmuş oğullarıdır. Devler Savaşı sırasında Zeus iğdiş edilen Uranos’un kanından doğmuş Antikçağ canavarları karşısında yenilmekten, Miken kralının kızı Alkmene’den olan oğlu Herakles’in yardımıyla kurtulur.
Zeus’un doğuşunu ve iktidara gelişinin belli ayrıntıları Veda, ayrıca Babil ve Hitit tanrılarınınkine benzer; tanrılar arasındaki iktidar mücadelelerine İskandinavya gibi çok kuzeyde kalan yerlerde rastlanır.





 

Zeus’un Başa Geçişi

Titanlara karşı öncülük eden Zeus, zaferden sonra Olmypos ilahlarını başına geçer. Buna rağmen eşitlikçi bir yaklaşımı benimser ve dünya üzerindeki egemenliği erkek kardeşler Poseidon ve Hades’le eşit olarak paylaşır. Uç tanrının çektiği kura sonucunda, Poseidon denizlerin, Hades yer altı dünyasının, Zeus gökyüzünün hâkimi olur; yeryüzünü ise aralarında paylaşırlar. Zeus tanrıların kralı konumuyla Olympos Dağı’nda oturur, meclisler toplar, kararlar çıkarır ve yıldızlara düzen getirir.





Zeus’un Doğuşu

Zeus’un doğma vakti gelince, annesi Rhea önceki diğer çocuklarının başına geldiği gibi Kronos’ un onu yemesinden korktuğu için Girit’te kaçar. Ordaki nymphaların hizmet verdiği kuretlerin koruduğu bir mağarada Zeus’u dünyaya getirir. Nymphalar Zeus’u emzirirken, kuretler de Kronos’un ağlayan bebeğin çığlıklarını duymasın önlemek amacıyla mızraklarını kalkanlarını vurarak gürültü çıkarır. Böylece güvenliği sağlana Zeus daha sonra Gaia’nın himayesine girer. Girit’te gençlerin büyük tanrını doğuşunu kutlamak üzere gürültülü savaş dansları yapması geleneği yüzyıllar boyunca sürüştür.


İKİ KADER TESTİSİ

Zeus’un kadere ilişkin gücünün ve bilgisini en canlı göstergelerinden biri tahtının yanında durduğu söylenen iki testidir. İnsanoğlunun başına gelebilecek her türlü şeyi barındırdığına inanılan u testilerin birinde şanslı şeyler, diğerinde sıkıntılar vardır. Zeus bir kimsenin kaderini belirlerken her zaman bilgece tavrıyla her iki testini içindeki şeyleri karıştırır. Zeus’un iki testisiyle ilgili efsaneyi daha dokunaklı kılan şey, Homeros’un İlyada destanın son kitaplarını birinde büyük savaşçı Akhilleus’ın Troya kralı Priamoss’a anlattığı bir hikâye olarak karşımıza çıkar. Bir zamanlar en saygın hükümdarlardan biri olan Priamos, oğullarını hepsini troya Savaşı’nda kaybeder. Priamos’u Akhilleus’un çadırına götüren sebep, onurlu bir şekilde gömebilmek için oğlu Hektor’un ölüsünü vermesini rica etmektedir. Kaderin karışık niteliğinin bir başka örneği, en iyi dostunu kaybeden koca Akhilleus’un da kısa bir süre sonra canından olmasıdır.




ZEUS’UN EŞLERİ

Birçok sevgilisinin olmasına karşın, Zeus sadece iki kez evlenir. Zorla evlendiği ilk karısı dişi Titan Metis, ondan kaçmak için çeşitli kılıklara bürünür; ama Zeus sonunda onu tuzağa düşürür. Sonraki karış Hera evlilikte sadakat tanrıçası olduğundan, onun kaçamaklarıyla mücadele eder. Kıskançlığı dillere destandır.








EUROPA’YA TECAVÜZ

Zeus bir gün Europa adlı ölümlü bir kızı çiçek toplarken görür. Şehvetin ateşiyle kendisini bir boğaya dönüştürür ve ağiz dolusu çiğdemle kıza yaklaşır. Ardından onu kaçırıp giritt’te götürür ve orada onunla yatar. İkilinin üç çocuğu olur: likya kralı Sarpedon; öldükten sonra ölüler diyarında yargıç olan Rhadamanhus; Girit’in sonraki kralı Minos.





KUĞU KILIĞINDAKİ ZEUS

Zeus’un göz koyduğu bir başka kadın; Sparta kralı Tyndareos’un karısı Leda’dır. Hera’nın kıskanç bakışlarından kaçınmak için, bir kuğuya dönüşerek Leda’ yla yatar. Böylece bir yumurtadan Helen ve Polydeukes adlı iki çocuk dünyaya gelir. Çocukların Tyndareos’tan olan ölümlü kardeşi Klytaimnestra ve Helen daha sonra Sparta ve Miken’in kraliçeleri olarak Troya Savaşında önemli rol oynarken, kastor ve Polydeukes gökteki ikizler burcuna dönüşür.








İO VE ZEUS

Zeus karısı hera’nın rahibelerinden biri olan İo’ya âşık olur ve onunla yatar. Hera’nı kendisini sadakatsizlikle suçlamasından önce, İo’yu bir ineğe çevirir ve bir armağan olarak hera’ya geri verir. Hera yüz gözlü Argos’u İo’nun Başına bekçi diker; ama zeus’un gönderdiği Hermes bu canavarı öldürüp İo’yu kurtarır. Hera’nın bir atsineğini üstüne salarak eziyet çektirdiği İo deliye dönmüş halde kaçmak zorunda kalır. İyon Denizi’nin ve Boğaziçi’nin (Bosporus:”ineğin geçtiği yer”) adları birçok yeri dolaşan İo’dan alır.








   





Yunan Mitolojisi

Yunan Mitolojisi, yunanca konuşan halkların M.Ö 2100 dolaylarında Balkanlar’dan Akdeniz’e ilk göçleriyle başlayan özgün bir kültürel etkileşim sürecinin sonucudur. Bu göçmenlerin dili, dini ve kültürü köken olarak büyük olasılıkla Hint-Avrupa geleneğine dayanmaktaydı; tüm göçebe halklar gibi onlarda inançlarını ve yaşam tarzlarını girdikleri yeni ortama uydurmayı başardı.


Adını Girit’in efsanevi kralı Minos’tan alan ‘Minos’ İmparatorluğu, Mısır, Anadolu ve Balkan Yarımadası’yla geniş çaplı ticari bağları sayesinde, Yunanlılara Akdeniz’e çıkışın ilk fırsatını sağladı. Girit’e gelen yeni göçmenler muhtemelen oradaki kültlerine ve boğa üstünden atlama sporuna tanık oldu. Delikanlıların saldırmakta olan iğdiş edilmiş  boğaların boynuzları üzerinden korkusuzca atladığı bu seyirlik oyun, Thesesus ve Minotauros efsanesi gibi masallara tek başına ilham vermiş olabilir. Yunanlılar bu büyük ve barışçıl uygarlığının tanrıça kültlerini de tanıdı ve Girit’in etki alanındaki diğer adalarla ve halklarla temasları sırasında, bu dinsel gelenekleri kendi gelenekleri ile bütünleştirmeye başladı.



Theseus ve Minotauros Efsanesini Anlatan Bir Tasvir


Minosluların konuştuğu dil Yunanca değildi; ama birkaç yüzyıl içinde kayıt işleri için Yunancayı benimsediler. Böylece adları ve malları bu yeni dilde yazıya dökmek için Minos harflerini kullanıldığı ve uzmanların Lineer B olarak adlandırdığı melez bir alfabe ortaya çıktı. Yunanca konuşan halkların daha sonra anakarada krallıklar kurmasıyla birlikte, Minos uygarlığının etkisi zayıfladı. Onun yerine daha kavgacı olan yeni bir Miken Kültürü ortaya çıktı. Peloponnesos’ta tepebaşı saraylar ve mozoleler yükselmeye başladı; taşlardan inşa edilen yüksek savunma surları öylesine büyüktü ki, sonraki Yunanlılar onları oraya ancak devlerin ve tanrıların koymuş olabileceğine inandı.




MÖ 1200 dolaylarında bütün Doğu Akdeniz bir dizi felaketle sarsıldı; Anadolu’nun Troya liman kenti yok olurken, Hitit ve Fenike imparatorlukları deniz halklarının saldırısıyla çöktü. Muazzam taş savunma surlarına sahip Yunan krallıkları Miken, Argos ve Pyros bile altüst oldu. Karanlık Çağlar olarak bilinen sonraki yüzyıllarda ana karanın Yunan toplulukları denizden daha da; daha küçük nüfus merkezleri etrafında oluşturulan siyasal ittifaklar polis denen şehir-devlet yapısını doğurdu. Yeni fırsatlar arayan birçok Yunan, Balkan Yarımadası’ndan denize yelken açtı İtalya, Sicilya, Anadolu, Afrika ve Karadeniz kıyıları boyunca koloniler kurarak geleneklerini oraya taşıdı. Yunanlıların daha büyük çöküşten önce Akdeniz’de başat bir güç olması nedeniyle bu dağınık toplulukların birbiriyle temasları sürdü. Onları birleştiren ortak bir dil, ortak bir din ve hayatın daha güvende olduğu bir cennet çağına dair soluk anılardı.


Bu dağınık Yunan toplulukları istikrara kavuşmaya başladıkları MÖ 9. Ve 8. Yüzyıllarda hala birçok ortak yöne sahipti. Olimpiyat Oyunları’nın yanı sıra  Helen müzik yarışmaları da ortaya çıktı. Ellerinde lirleriyle pan flütleriyle açık alanlarda bir araya gelen Yunan sanatçılar kendi geçmişlerine ilişkin hikayeleri paylaştı.


Bu arada Yunanlılar yeni topraklarda o kadar geniş alan yayılmış ve o kadar çok yabancı kültürle karşılaşmıştı ki, dinleri ve dünya görüşleri çok daha nüanslı hale geldi. Fenikeli tacirlerle  ilişkiler sonucunda yeni bile yazı sistemi ile benimsendi –Yunan alfabesi  ilk başta Fenike yazısına dayalıydı- ve Asur ve diğer doğu din gelenekleri ile  belki de  ilk temaslar kuruldu. Yunanlıların balkanlar dan beraberlerinde getirdikleri tanrılar, geri kalan tanrılarıyla etkileşmeye devam etti. Tüm bu kültleri bağdaştırmak ve ölümsüzler dünyasını birleşik bir bütün halinde sunmak daha sonra muazzam bile güçlük çıkaracaktı.

Yunan Alfabesi


Uzmanlar kültürel önyargıların Yunan mitolojisinde oynadığı önemli role dikkat çekmiştir: Arkaik çağdan kalan kadın heykelciklerinden dolayı, birçok uzman en eski kültlerin kadın doğurganlığına odaklı olduğu ya da en azından kadının doğumundaki rolüne saygı gösterdiği kanısındadır.  Efsaneler de antik Yunanlıların bakış açısından doğal ve manevi dünyanın karmaşık gerçekliklerini yansıtır. Sözgelimi, bazı efsanelerde yıllık tarım döngüsü için hayati önem taşıyan burçların niteliğine ve konumuna yer verilir. Başka bazı efsaneler rakip uygarlıklar arasındaki tarihsel karşılaşmaları soyut anlatı tarzında aktarır. İnsanoğlunun bir bütün olarak tabi olduğu kaba doğa güçlerine de tanrısal statü yakıştırılır. Mitoloji Yunanlıların doğal ve tarihsel tecrübelerine değinmekle birlikte, kısmen kültürel ve ideolojik önyargılarıyla da şekillenmiştir.


En eski biçimiyle Yunan dini evcimen bir işleve sahipti; tapınmanın merkezinde  “Koan”lar , yani aileyi koruyucu ruhların oymalı ve boyalı basit imgeleri vardı. Böyle arkaik heykelcikler antik Yunan tarihi boyunca kentlerdeki ayin alaylarının odağı olmaya devam etti. Ancak bu gösterişsiz aile ayinleri daha görkemli ve toplu ayinlerle tamamlanırdı. Kent şenliklerinde kentin en varlıklı kişilerine ait sürülerden alınmış değerli hayvanlar kurban edilirdi; ama bu sunumlar büyük ölçüde şatafatlı gösteriş için  bir fırsat olduğu kadar, kent yoksullarının güzel bir yemek yemesini sağlayan bir şanstı.
Yunan panteonu büyük ölçüde meçhul kalmış  bu ev tanrılarıyla şekillenmeye başladı. Doğal dünyanın tanrısallıkla dolu olduğu görüşünden dolayı Yunanlar, hepsi de ayrı adlara, doğal yaşam alanlarına (ağaçlar,dağlar,pınarlar vb.)  ve az çok özgül işlevlere sahip binlerce tanrının var olduğuna inanılırdı. Kuşaklarca süren iç iktidar kavgasının ardından en başta yer edindiğine inanılan Olympos tanrıları bir tür saray ailesi gibi algılanırdı. Çoğu kraliyet sarayında olduğu gibi, bu ailede de seks skandalları, siyasal entrikalar, darbe girişimleri ve intikam eylemleri eksik değildi, hatta fazlasıyla vardı. İlginç olan nokta, dönemin Yunan siyasal sistemi çekişme halindeki bağımsız şehir – devletlerle belirlenirken, tanrıların yönetim tarzının bir monarşi olmasıydı.


Yunan dinini kilit bir unsur kehanet sahibi tanrılara dayanmasıydı. Toplumun her kesiminden insanların geçmişe, bugüne ya da geleceğe dair konularda tanrılara danışması nedeniyle, Apollon’un Delphoi ya da Delos’taki ve Zeus’un Dodona’daki tapınakları başlıca kült uğraşlarının odağıydı. Tanrıların her şeyi kapsayacağı yetkiye ve güce sahip olduğuna inanılırdı; tüm Yunan kolonilerinin mensupları kentlerin kuruluşunda veya savaşlarda onlardan tavsiye isterdi. Diğer bazı merkezi tapınaklar bir kentin y da krallığın en değerli malları için güvenilir depolardı; bu mallar zamanla finansal alışverişlere ve borç işlemlerine temel oluştururdu ve böylece tapınaklar çoğu kez fiilen birer kutsal banka işlevini görmeye başladı. Tapınakların zenginliği Parthenon’daki ünlü Athena  gibi, herkesin göreceği şekilde dikilmiş büyük heykellerle yansıtılırdı. Açık tapınaklarda yer alan heykellerin yüzleri doğuya bakardı; bu şekilde sabah güneşin ışığını iyi almalarını kilometrelerce uzaktan görülebilen çarpıcı bir tanrı görüntüsü yaratırdı.

Atina’da Perikles gibi varlıklı bir kent önderleri böyle bir büyük imar projeleriyle kendilerini ve kentlerinin şansını yükseltmeye çalışırdı.
Antik Yunancada Mythos özenle kurgulanmış, bütünleşik bir olaylar ya da eylemler dizisi tanımına uyacak şekilde “hikaye” anlamına gelmezdi. Bu sözcük hikayenin kendisini değil, olay örgüsünü belirtmek için kullanılırdı. Yüzyıllar boyunca destan ozanlarınca sözlü olarak aktarıldıkları için, böyle hikayelerin yüzlerce varyasyonu vardı. Yunan efsanelerinin başta gelen ilk edebi kaynakları Homeros’un (Troya Savaşı’nı ve kahraman Odysseus’un maceralarını konu alan İlyada ve Odysseia) ve Hesiodos’un (ayrıntılı bir tanrı soyağacı olan Thegonia) MÖ 7. Ve 8. Yüzyıllardan kalma destansı şiirleridir. Olympos tanrılarına yazılmış pek çok ilahi ve övgü şiiri bunların sayesinde günümüze ulaşarak, diğer kaynaklarda ancak ucundan değinilen efsanelere ilişkin önemli arka plan bilgileri sağlamıştır. Atina’nın MÖ 5. Yüzyıla denk geçen altın çağından efsane gelenekleri gözden geçirmeyi sürdüren drama şairleri arasında Aiskhylos , Sophokles (6,Oidipus oyunundan bir sahne) ve Euripides sayılabilir.
Yunan tiyatrosunun kökleri dinsel şenliklere –daha kesin ifadeyle Dionysos kültürüne- dayandığından, drama şairlerinin asıl görevi eğlendirmekti. Bu şairler meslek yaşamlarının büyük bir bölümünü yunanca konuşulan dünyanın her yanındaki yarışmalarda ödüller için geçirirdi. Antropomorfizm, yani tanrıları insanlar gibi sunma yönünde eylemi anlamak ve Yunan mitolojisinin en sarsıcı yönlerini –Zeus’un tecavüzcülüğü meslek edinişi, ayrıca ensest, yamyamlık, hatta kendi çocuklarını yeme gibi cürümler –kavramak açısından bunları yarışmaya dönük müzik ve tiyatro sahnesinin bağlamın oturtmaktan yarar vardır. Seyirciler ve hakemler cüretkar anlatı tekniklerinin kullanıldığı canlı hikayeler isterdi; hikaye ne kadar renkli ve akılda kalıcı olursa. Yazarının birinciye verilen zeytin ve/veya defne çelengiyle taçlanmış olarak memleketine dönme olasılığı o ölçüde artardı. Öte yandan, tanrıların kepazelikleri ile ilgili hikayeler başka bir amaca hizmet ederdi: Tanrıların gücüne ve etik açıdan örnekliğine kuşku gölgesini düşürmek. Bu da dünyanın ve yaşamın doğada veya insan zihninde bulunan diğer ilkelerine dönük bir arayış niteliğindeki felsefenin ortaya çıkışını getirirdi. 
Athena Heykeli

Müzisyenler, şarkıcılar, oyuncular ve dansçılar efsaneleri sahnelerde canlandırmayı Roma dönemine ve sonrasına kadar sürdürdü. Yüzyılları bulan bir aradan sonra, Rönesans döneminin bilginleri ve sanatçıları Yunan edebiyatına ve görsel sanatlarına hayran kaldı ve böylece Yunan mitolojisine özgü birçok konuyu ve olayı modern çağa taşıdı.